Fadime Uslu ile Okumak, Yazmak ve Eleştiri Üzerine

fadime uslu

 

            Sevgili Fadime Uslu, dergimizin birinci yaşında söyleşi isteğimizi kabul etmeniz bizim için çok değerli. Çok teşekkür ederiz.

            Öykü yazmak üzerine deneme yazılarınız Edebiyat Atölyesi Dergisi’nde ve Notos’ta, öyküleriniz Sözcükler Dergisi’nde yayınlanıyor. Öykü kitaplarınız (Büyük Kızlar Ağlamaz, Gölgede Yaşamak, Yaz Korkuları, Yüzen Fazlalıklar, Ay Eskir Gün Işırken) ve çocuk kitaplarınız (Sokağın Kuyruğu, Çat Kapı Dayım, Kaçak Kahramanlar) birçok okurla buluştu. Bunların dışında eleştiri alanında çalışmalar yapıyorsunuz. Edebiyat Atölyesi Dergisi’ne ve Notos’a gönderilen öykülere yaptığınız değerlendirmelerle yazma cesareti göstermiş insanlara yardımcı oluyorsunuz. Öykü yazmak üzerine yürüttüğünüz eğitimler devam ediyor. 2020’nin Şubat ayında başlayan ve 10 hafta süren “Uygulamalı Öykü Semineri”ne katılmış biri olarak sizinle yakından çalışma fırsatı bulduğum için mutluyum. Bu eğitimde öykünün teknik konularına, herkesin içinde taşıdığı ve yazdıklarına yansıtmaya çalıştığı özgün ruha vurgu yaptınız. Bu söyleşimizde; öykülerinizi, eleştiri ve deneme yazılarınızı okurken, verdiğiniz eğitimde çalışmalarımızı yürütürken içimde oluşmaya başlayan ve bugün hazır hâle gelen soruları sormak istiyorum.

 

Yazarak dünyalar kurarsınız. Bir insanın, bir salyangozun, bir ağacın, bir bahçe duvarındaki, bir ovanın dünyasını. Minicik izlerden yola çıkıp görünendeki görünmeyeni keşfeder, dünyalarla zerrelerin ilişkisinden doğan hikâyeleri gün yüzüne çıkarırsınız.

 1-Her okurun yazılanlarla, yazarlarla kurduğu ilişki farklı. Kimisi okuduklarında hayatıyla ilgili bir anlam arıyor, kimisi bocaladığı noktalarda başka yaşantıları okuyarak kendi konumunu bulmaya çalışıyor, kimisi ise hoş vakit geçirmek için okuyor. Elbette örnekler daha da çoğaltılabilir. Siz okumayla nasıl bir ilişki kuruyorsunuz? Okumak hayatınızın neresinde yer alıyor?

Yarar gözetmeyen bir ilişki benimki. Kendiliğinden olan bir davranış. Metinleri, kitapları bazen kapılarak, çoğu zaman irdeleyerek okumak. Okumanın farklı boyutlarında, farklı biçimlerinde olma alışkanlığı. Yaşadığın çağı, zamanı okumak, sesi okumak, seste olanı okumak... Olanı olduğu gibi okumak için onunla hizalanmak...

2-”Uygulamalı Öykü Semineri”nde, bazı yazarları ustamız olarak belirlememizi önermiştiniz. Yazarken bize rehberlik edebileceklerini, onlardan beslenebileceğimizi söylemiştiniz. Sizin için bu yazarlar kimlerdir? Ve o yazarları neden seçtiniz?

Sait Faik, Orhan Kemal, Çehov, Hemingway, Leylâ Erbil, Cemil Kavukçu, Vüs’at O. Bener, Ingeborg Bachmann, James Joyce, Nikos Kazancakis, William Faulkner, Djuna Barnes, Carlos Fuentes, Heinrich Böll, Lawrence Durrell, Fernando Pessoa, John Cheever, Raymond Carver, Alice Munro... aklıma ilk gelen isimler. Kurguda yeni yolları deneme cesareti veren yazarlar farklı zamanlarda farklı biçimledi, etkiledi beni. Örneğin ortaokuldayken Reşat Nuri Güntekin’in kitaplarının etkisiyle yazmıştım ilk metnimi. Beni bu kitaplara çeken neydi, neden bu yazarları rehberim olarak seçmiştim? Bu soruları âşık olduğumuz kişiye niçin âşık olduğumuzu sorgulamaya benzetiyorum. Birden çok gerekçesi olabilir ama gerçekte hiçbiri değildir.

3-Yazarlık; diğer birçok meslekten, birçok uğraştan daha farklı bir konumda yer alıyor. Yazarlığı öteki uğraşlardan ayıran nedir?

Yazarak dünyalar kurarsınız. Bir insanın, bir salyangozun, bir ağacın, bir bahçe duvarındaki, bir ovanın dünyasını. Minicik izlerden yola çıkıp görünendeki görünmeyeni keşfeder, dünyalarla zerrelerin ilişkisinden doğan hikâyeleri gün yüzüne çıkarırsınız. Sözcüklerinizle yarattığınız her varlığın, onlara bağlı ya da onlardan bağımsız olan düşüncenin, dilin, duygunun, duyumun, zamanın içinde gezinirsiniz yazarken. Sonra bir sistem örmeye başlarsınız. Kurgunuz böylece biçimlenir. Bir sistem yaratmak için tek bir meslek, tek bir bakış açısı, tek bir yaşantı yetmez. Mesleklerin, rollerin, sorumlulukların ötesinde bir yerde alan açar ve orada yazarsınız. Görmek, duyumsamak, yaşamakla ilgili, estetiğini sadece bu deneyimlerle biçimleyebileceğiniz size özgü olan şeydir yazmak. Bence bu yüzden başka eylemlerle kıyas da kabul etmez.

4-Öykülerinizin dergilerde yeni yayınlanmaya başladığı veya ilk kitaplarınızın yayınlandığı dönemde yazmakla ilgili ne tür problemler yaşıyordunuz? Hem teknik olarak hem de öykünün ruhu açısından sizi düşündüren konular nelerdi? Bugün o problemlerin hangilerini hâlâ taşıyorsunuz?

Önce tekniği düşünmeden yazıyordum. Kurgulama sanatından habersizdim. Yazdıklarımın derinliği olduğunu hissediyordum ama ne öyküye ne şiire benziyordu. Kimi cümleler güzeldi, o kadar. Öykü giderek benim için bir tutkuya dönüştü.

Yayımlanan ilk öykülerden bu yana hikâyesini anlattığım kişiler, içinde bulundukları öykülerinde yaşıyor mu, kendime her defasında bu soruyu soruyorum. Öyküyle ilgili çözmem gereken problemler bu soru etrafında şekilleniyor. Hikâyenin dilini oluşturabilmek için kullandığınız sözcükler kadar suskunluklar da önemli bence. Anlatıcınız aracılığıyla neyi, ne kadar ifade edeceksiniz; nerede, nasıl susacaksınız? Karakterler neyi, niçin söyleyecek? Kurgunun formu, yapısı hangi düşünceyi ifade edecek?  Beni yazmak için kışkırtan, kendine çeken o duyuşu, düşünceyi, duyguyu içime doğduğu gibi yazarım önce. Onunla zaman geçiririm, sözünü ettiğim sorulara yanıtlar buldukça öykü şekillenir. Bunlar genel problemler tabii. Aslına bakarsanız, öykünün benzersizliği kendine özgü soru sorma biçimiyle dile geliyor bence.

5-Verdiğiniz eğitimlerde, deneme ve eleştiri yazılarınızda öykünün özünden bahsediyorsunuz. Öykünün özü nedir? Öykünün özü diğer edebi türlerde de görülebilir mi yoksa sadece öyküye ait bir öz mü vardır? Yazarlar bu özü keşfettiğinde aynı noktaya mı ulaşır yoksa herkesin bulduğu farklı mıdır?

Öz, tek bir sözcükle anlatılamayandır. İyi bir öyküyü özetleyemezsiniz. Öykü, olay örgüsü değildir çünkü. Öykü, okuduktan sonra sizde kalan şey’dir. Aklınızla, sezginizle kavradığınız ama doğrudan anlatamadığınız, aklınızı ve sezginizi genişleten duyuştur. Bu yönüyle şiire benzer. Genel olarak şiir ve öyküde öz, romandan farklı işler. Öz, hikâyenin çekirdeğidir. Nasıl çiçekleneceği yazarın iklimine; iklim ise yine yazarın siyasi düşüncesine, bakış açısına, estetik görüşüne bağlıdır. Aynı özü keşfetmiş olsa dahi onu söyleyiş biçimi farklı olduğundan her yazarda öz farklı ses verir. Öykü, roman, şiir, oyun, deneme, türü ne olursa olsun yol açan metinlerdeki ortak yön, özündeki bilgiyle dile gelmesidir.

 6-Öykü dilini, öykünün yapısına göre kurmak gerektiğini söylüyorsunuz. Böylece her öykü kendi dilini, kendi ritmini istiyor. Sizin yazdıklarınızda bunu hissetmemek mümkün değil. Öykülerinizde kendi ritminde akan müziği ve şiirselliği daima hissediyorum. Sevdiğiniz ve beslendiğiniz şairler, müzisyenler kimlerdir?

Tu Fu, Li Po, Başo, Rilke, Rimbaud, Yeats, Eliot, Tagore, Ginsberg, Lorca, Behçet Necatigil, Metin Altıok, Turgut Uyar, Ece Ayhan, İlhan Berk, Gülten Akın... Cevat Çapan, İsimsiz, Turgay Fişekçi, Hakan Savlı, Emin Kaya, Akif Kurtuluş, Birhan Keskin, Betül Tarıman, Kerim Akbaş, Merve Uzel ise yeni şiirlerini beklediğim şairler.

Klasik batı müziği ile cazın yeri başka benim için. Beethoven, Bach, Chopin, Brahms, Liszt, Shostakovich, Astor Piazzola, Tom Waits, Miles Davis, John Coltrane, Jan Garbarek, Nina Simone... Film müzikleri... Kill Bill Vo.2, Barry Lyndon, Kaplan ile Ejderha... Ennio Morricone, Nino Rota, Eleni Karaindrou.

Son günlerde Balbazar’ı dinliyorum. Öykünün müzikal kurguyla bağlantısını irdelemek için Deniz Fişek’in müzikte yaptığı işlere bakın, soundpainting ilham verebilir.

7-Özellikle “sen” diliyle kurduğunuz öykülerde, anlatıcının karşıdaki kişiye veya kendisine hitap etmesi şiirsel bir etki yaratıyor. Bırakıp gitmek istemeyeceğim bir atmosfere girdiğimi hissediyorum. Bunlar benim şahsi deneyimlerim. Bu öykülerinizi okuyanlar daha farklı deneyimler yaşıyor olabilir. Bu tür öykülerinize örnek olarak Ay Eskir Gün Işırken öyküsünden bahsedebiliriz. Yaygın olarak kullanılmayan bu hitabı kullanma sebebiniz nedir? Karşıdakine ulaşma, iletişime geçme isteğinin yoğunlaşmasından kaynaklı olduğunu söyleyebilir miyiz?

 Söyleyebiliriz.

8-Deneme ve eleştiri yazılarınızla, Notos’ta ve Edebiyat Atölyesi Dergisi’nde gönderilen öykülere yaptığınız değerlendirmelerle; Türk edebiyatına yön verdiğinizi, yazma cesaretini gösteren yeni yazarlara dokunduğunuzu düşünüyorum. Öykülerinizi olduğu kadar bu tür çalışmalarınızı da ilgiyle takip ediyorum. Her eleştiri yazınızı okuduğumda eksikliğini çektiğim iyi bir öğretmenimi bulmuş gibi hissediyorum. Peki sizin eleştirmeniniz kimdir? Kimlerdir?

Roland Barthes kurmaca yazarı gibi düşündüğü için metinlerini okumayı çok severim. Umberto Eco, György Lucács, Paul de Man dönüp dönüp okuduğum yazarlar arasında.

Kuramsal ya da sivil eleştirinin yanı sıra, iyi öyküleri, romanları, oyun metinlerini, hatta şiiri eleştiri olarak da okuyabiliriz. Ne yazarsa yazsın, içinde bulunduğu zamana karşı eseriyle bir yanıt veriyor yazar. Estetiği, dili, hikâyesi, karakteriyle gerçekleştiriyor bunu. Söylediği sözlerde gizli, örtük ya da açık biçimde çağıyla bir hesaplaşma yaşıyor. Yazar, şair eleştirdiği sanata, düşünceye, anlatma biçimine karşı yeni bir ifade tarzı geliştiriyor. İyi metinlerin satır aralarında eleştirel bakış açımızı geliştirecek ip uçları bulabiliriz. İyi metinler kurmaca yazarı ve eleştirmenler için kendi yöntemini de üretir.

9-Sizin için eleştiri uğraşı nasıl başladı? Günümüzdeki eleştiri ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir gün bir kitap incelemesi yazdım. Cemil Kavukçu ile usta çırak olarak çalışıyorduk. Ustam, devam etmemi istedi. İsteğini yerine getirdim. Eleştiri bir sanat. Benim çalışma alanım eleştiriden besleniyor ama tamamen eleştiri değil. Okuma yöntemlerinin çeşitlenmesiyle ülkemizde de eleştiri sanatının gelişebileceğini düşünüyorum.

10-Değerlendirdiğiniz öykülerde birçok yazarda ortak gördüğünüz, yaygın hatalar nelerdir?

Bir an önce hikâyeyi yazıp bitirme telaşı, hızlı son, aceleye gelmiş final, süsü göze batan cümleler, hikâye için gerekli olan bilginin eksikliği ya da fazla işlenmesi, atmosferin kurulmaması, fiziksel ve psikolojik zaman uyumsuzluğu, karakterin yapısına uygun olmayan konuşma biçimi, diyalog -etki ilişkisindeki kopukluk, ayrıntıların işlevsiz bırakılması, ait olduğu gerçekliğe özgü dil aurasının kurulamaması, açık olanı yeniden açıklama çabası... Tüm bunlar öyküyü güçten düşürüyor.